Sekiz-dokuz yaşlarındayım. Okullar tatil olur olmaz, soluğu köyde alıyorum. Belediyelik bir yer olmasına karşın, Anadolu'nun on binlerce köyü ve kasabası gibi, bizim kasabada da henüz elektrik yok o yıllarda. Gaz lambasıyla aydınlanıyor evler. Düğün-dernek olduğunda, ağır misafirler geldiğinde, lüks lambası yakılıyor evlerde;onun ışığı hem daha fazla, hem de bembeyaz...
* * *
Dedesine, babaannesine kavuşan çocuğun olanca sevinciyle; huzurlu, mutlu uzanıyorum yatağıma. Gaz lambasının fitili iyice küçültülmüş,ölgün bir ışık var içeride.. Uykuya dalmayı beklerken, etraftaki nesneleri,çeşitli varlıklara benzetiyorsun yarı karanlık odada.Her şey karartı biçiminde göründüğü ve gölgeler oluştuğu için; kimi eşyaları kümes hayvanlarına, kimilerini de canavara benzetiyorsun, ürperiyorsun. Sonra farkına varıyorsun ki; o bir sandalye, ya da babaannemin çeyiz sandığı..Yeniden rahatlıyorsun. Dışarıda yağmur şiddetini artırıyor.
* * *
Rüzgarın savurduğu yağmur, pencerelere çarptıkça, insana ürperti veriyor. Ama asıl ürperti, şimşek çakması ve gök gürlemesi ile başlıyor. Fitili içine çekilmiş gaz lambasının ölgün ışığını yok eden şimşek, odanın içini bir-iki saniye sütbeyazı bir aydınlıkla parlatıyor, ardından korkunç bir gök gürlemesi odanın içine dehşet saçıyordu. Çocuksun, korkuyorsun. Bitişik odada deden, babaannen var; onlara güveniyorsun... Ama o da ne? Babaannem yatağında doğrulmuş, Kelime-i şehadet getiriyor:
- Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü. İçindeki korku büyüyor. Tamam diyorsun, demek ki dünyanın sonuna geldik, yorganı başına çekip nefes almadan bekliyorsun. Ölüm nasıl bir şey, merak ediyorsun...
* * *
Uzun soluklu ve uzun ömürlü usta şairimiz, “Türkçenin ses bayrağı" Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, 1935 yılında yazdığı, “Ağır Hasta” adlı şiirinde gördüğüm iki dizeyi ne zaman okusam; çocukluğumda köyde geçirdiğim o yağmurlu geceyi hatırlarım. Diyor ki Dağlarca:
“Üfleme bana anneciğim, korkuyorum
Dua edip edip geceleri"
* * *
Korona virüsü, tüm dünyayı ve ülkemizi kuşattı, herkesi evlere kapanmak zorunda bıraktı. Bilim insanları, var güçleriyle çalışmakta; bu belalı virüse aşı, ilaç bulmak için gecelerini gündüzlerine katmaktadırlar. Doktorlar,hemşireler,hastaların tedavisi uğruna kendi canlarını ortaya koymaktalar.Mühendisler, teknisyenler solunum cihazları yapmanın telaşı içindeler. Bütün bu çalışmalar, hepimize umut veriyor, hepimizi heyecanlandırıyor. Dünya bu salgını akıl ve bilimle atlatacak.
Camilerden her akşam tekbir sesleri, salavat sesleri geldikçe;o yağmurlu, fırtınalı gecede,Kelime-i şehadet getiren babaannemi hatırlıyorum.
Günümüz çocukları ileride nasıl anarlar acaba bu günleri, bu tekbirleri?
İletişim: ayhangulsoy1@gmail.com